BİRİNCİ BÖLÜM – Garip Öğrenci
Sabah tuhaftı. Soğuk değil, gri değil, düşmanca değil, sadece uzaylı. Metrodaki yol arkadaşlarının yüzleri böyle: Var olduklarını biliyorsunuz ama hatırlamak istemiyorsunuz. Elina Dahl pencerenin önünde durmuş üniversite kampüsünün avlusuna bakıyordu. Altında asfalt, ince bir kar tabakası, öğrencilerin basamaklarının ezdiği kiraz yaprakları var. Özel bir şey yok. Ama yine de… Sanki birisi arkasında orada olmaması gereken bir iz bırakarak uzaklaşmış gibiydi.
Ofis kahve, kağıt ve sabrının kalıntıları kokuyordu. İlk çift. Akış her zamanki gibi gürültülü – edebiyat artık moda, özellikle de kazaklı kahramanların ve durgun monologların yer aldığı dizilerin yayınlanmasından sonra. Ancak Elina modaya inanmıyordu. Cümlelerin kurulmasına, kelimelerle sessizlik arasındaki gerilime, diyalogdan daha fazlasını anlatan duraklamalara inanıyordu.
Döndü ve dizüstü bilgisayarını açtı. Bugünün programı öğrencilerin hikayelerinin kısa bir analizidir. Düzenli çalışma. Ancak masanın kenarında bırakılan basılı sayfa yığınında iki kez okuduğu bir metin vardı; iyi olduğu için değil, doğru olduğu için. Acı verici derecede doğru.
«Halıdaki beyaz kemik. Kapalı bir telefonun sesi. Kadın sanki tavandan af diliyormuş gibi yüz üstü yatıyordu…»
Yazarı: Ali Revin. İkinci sınıf öğrencisi. Daha önce hiç göze çarpmamıştı. Kısa, dikkatli ve bazen de kuru bir şekilde yazdı. Ama bu hikaye farklıydı. O… bir yeniden yapılanmaydı.
Kapı çalındı.
– Bana izin verecek misin? – tanıdık bir ses, kendine güveni olmayan ama aynı zamanda utanmayan bir ses.
«Girin.» dedi yerinden kalkmadan.
Ali girdi. Koyu renk bir ceket giyiyor, elinde bir defter, yüzünde ise kibar bir umursamazlık var. Gülümsemedi ama ona bakmaktan da kaçınmadı.
– Gelmek istedin.
«Evet,» Elina karşıdaki sandalyeyi işaret etti. – Oturun.
Sessizlik neredeyse yarım dakika sürdü. Onu izliyordu: Elleri kavuşturulmuş, sırtı düz, gözleri fırlamamıştı. Bir öğrenci değil, bir figür. Sanki sorulara cevap vermeye değil, teşhis koymaya gelmiş gibiydi.
– Senin hikayen,
«Evet» diye başını salladı.
– Bu kurgu mu?
– Doğru mu olmalı?
Yavaşça konuşuyordu ama gençliğe özgü bir kararsızlık içermiyordu. Sanki biliyormuş gibi: Her kelime göründüğünden daha ağırdır.
– Ölümü… tarif ettin. Suç kroniklerinde bile bulunmayan ayrıntılarla.
– Arşivleri okudum. Eski protokoller.
– Tam olarak nerede?
Durakladı ve hafifçe başını eğdi; bu bir savunma hareketi değil, daha ziyade bir düşünce hareketiydi.
– İnternet. Kamuya açık «Unutulmuş Vakalar», telgraf kanalları. Her şey açık.